Veda Çiçeği


Sana sevdamı haykırdığım ilk yazımda tarihi ve saati atarak başlamıştım: Ekim 2,2018.

Nasıl yazgımızın başlangıcını ilmek ilmek yazdıysam sonu için de aynı şeyi yapıyorum. Yine ona benzer şekilde yer yer şiirler ve türküler  olacak.

Neden bu başlığı seçtim. Çünkü sana menekşe başta olmak üzere türlü çiçekler vermiştim en kokulu ve kokusuzlarından. Yine öyle yapıyorum.

Neden niye ve ne için bu noktaya geldik? Yani şu an kesin ve ortada olan ayrılık nerden peydah oldu.
Bu arada ayrılan ya da amiyane tabirle terkeden sen olmuş gibi olsan da aktif eylemleriyle bu ayrılığa ön ayak olan benim. Kabulümdür.

Yaz ortasında işinle ilgili belirli konularda burnumu sokmaya ya da maydanoz olmaya çalışmıştım. 

Aslında bundan ziyade 3 küsur yılın eseri olsa da bu ola gelenler, yine de bu olay ateşin kıvılcımı oldu.

İlk başlarda sana yönelik tek çekincem, adımlarım koşaradım olmasına rağmen onların geriye doğru gitmesine sebep olan tek konuydu müdahil olma isteğimi körükleyen; yolunun pek uğramadığı başkaldırı ve direniş.

Bunları sana aşılamaktı tek isteğim yıllar yılı.

Ama sen, beni senden, seni benden uzaklaştırmak İsteyenlerin’in gibi kuruluşları, koridorları, topukluları, prezentablı, kağıtları kürekleri,en çok da başeğmeleri seçtin. 

Umarım hoş bulursun. Dilerim başeğmelerin sadece patronunla sınırlı kalır.

Son zamanlardaki gibi rica minnet aşağıdaki şarkı türkülere de bir göz at istersen.





                 Yalnız Bir Opera




ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda

yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim

imrendiğin, öfkelendiğin

kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.




Başlangıçta doğruydu belki.

Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan,büyüyüp kök salan ,benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim


Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.



Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik parça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.



Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.


Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.




Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyorduyüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine çerçevesine sığmayanmunis, sokulgan, hüzünlü resimlerine

lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu




Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti

Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.





Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.





Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını


Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran

Zaman'ı

Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını



Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.




Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış

arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.




Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.


Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.



Şimdi biz neyiz biliyor musun?

Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.



Birbirine uzanamayan


Boşlukta iki yalnız yıldız gibi


Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca


Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız


Ne kalacak bizden?


bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim


Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında


Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden


Bizden diyorum, ikimizden


Ne kalacak?



Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.


Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi


Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek


Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz



kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan


oysa yapacak ne çok şey vardı


ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim


iyi bak kendine


gözlerindeki usul şefkati


teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim


ayrılığımızın kışı başlıyor


Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.



Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...




Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır


içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar

Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz


çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar


gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar


korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,


çağrışımlarla ödeşemezsiniz


dışarıda hayat düşmandır size


içeride odalara sığamazken siz, kendiniz


Bir ayrılığın ilk günleridir daha


Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla



Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup kulak verdiğiniz saatin tiktakları kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç


suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz


bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi

kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi

yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi


yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi


Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi


hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar




denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar



Bana Zamandan söz ediyorlar


Gelip size Zamandan söz ederler


Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,


öyle düşünürler.


Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman


Alır sizden bunların yükünü


O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.

O boşluk doldu sanırsınız


Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir



gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide


o eski ağrı


ansızın geri teper.


Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten


Bitmişsinizdir.



Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.



Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık

Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen Zaman sizi kanatır



ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla


günlerin dökümünü yap


benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini


kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği

yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi


bir düşün


emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya


şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir ise yaramadıysa


Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda




Bu şiire başladığımda nerde,


şimdi nerdeyim?


solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden


ikindi yağmurlarını bekleyen


yaz sonu hüzünlerinden


gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim


geçti her çağın bitki örtüsünden


oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından


bakarken dünyaya


yangınlarda bayındır kentler gibiyim:


çiçek adlarını ezberlemekten geldim


eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların


unuttuklarını hatırlamaktan


uzak uzak yolları tarif etmekten


haydutluktan ve melankoliden


giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden


Duyarlığın gece mekteplerinden geldim


Bütünlemeli çocuklarla geçti


gençliğimin rüzgara verdiğim yılları


dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.






Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?


yaram vardı. bir de sözcükler


sonra vaat edilmiş topraklar gibi


sayfalar ve günler


ışık istiyordu yalnızlığım


Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum


İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde


Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü


daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden



Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım


Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde


Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim


her adımda boynumdan bir fular düşüyordu


el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk


birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:


eksiliyorduk


mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim


her otelde biraz eksilip, biraz artarak


yani çoğalarak


tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin


birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları


ve açık hayatları seviyordu.


Buraya gelirken


uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim


atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri


ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi


çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için


panayır yerleri... panayır yerleri...


ölü kelebekler... ölü kelebekler...


sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.


Adım onların adının yanına yazılmasın diye


acı çekecek yerlerimi yok etmeden


acıyla baş etmeyi öğrendim.


Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?




ipek yollarında kuzey yıldızı


aşkın kuzey yıldızı


sanırsın durduğun yerde


ya da yol üstündedir


oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar


ölü yanardağlar, ölü yıldızlar


ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı



AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN


AŞKIN BİR YOLU VARDIR


HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN


gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler


gözlerim


aşkın kuzey yıldızıdır bu yazları daha iyi görülen



Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler


ilerlerim


zamanla anlarsın bu bir yanılsama


ölü şairlerin imgelerinden kalma


Sen de değilsin. O da değil


Kuzey yıldızı daha uzakta


yeniden yollara düşerler


düşerim


bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda


ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler


yaşamsa yerli yerinde


yerli yerinde her şey



şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi


şimdi her şey yeniden


yüreğim, o eski aşk kalesi


yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden



Dönüp ardıma bakıyorum


Yoksun sen


Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren



         Murathan Mungan


















ve aşk, bizi doğuran annemizdir,
ve şiir, tek kalemizdir bizim.
her şey bu dünyada olur.
ve bir gün, mezarlarda, yalnız yatarız.




babam gelirdi ve akşam olurdu. 

bahçedeki akasya ağacı günboyu biriktirdiği kuşları 

birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza.

siyah-beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam.
kamyonlar hep geceleri, hep uzaklara giderdi.
ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım.
yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş gıcırtısıydı babam.
kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı.
tanrıyı ve uzun konuşanları sevmezdi hiç.

babamdan yapılmış bir korkuydu dünya.
ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım.
ne kadar susarsa o kadar terlerdi.
boncuk bocuk döktüğü ter, hep uzağından geçen kadınların
içinde göveren gözleri miydi?

babam en çok kışa yakışırdı.
bütün oyunlarımız başkalarının evlerine bir güzellemeydi.
annem babamın günahları için bir namaz yumağı hâlâ.
ey penceresi dışarıya açık, içeriye kapalı evler...
babam neden yalnızca içince güzeldi.
şimdi beş ayrı evde aynı yürek lekesi
süt kokularına yayılıp duruyor.

babam on altı yıldır ölüme saçmalığını anlatıyor...
         
                                                                                      Şükrü Erbaş








Ayrılık ne biliyor musun?

Ne araya yolların girmesi,

ne kapanan kapılar,

ne yıldız kayması gecede,

ne ceplerde tren tarifesi,

ne de turna katarı gökte.



İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!


İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
‘bulmacanın beş harfli yemek sorusuna’ yanıt aramanla halkalanmış,
‘Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı’
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
‘bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ‘
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında….

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye….

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağı


 Şükrü Erbaş















Bir Adın Kalmalı Geriye










Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet

Sen say ki
Ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri, koynuma almadım ihaneti
Ve say ki
Bütün şiirler gözlerini
Bütün şarkılar saçlarını söylemedi
Hele nihavent
Hele buselik hiç geçmedi fikrimden
Ve hiç gitmedi
Bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden
Evet yangın
Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
Evet kaybetmenin o zehirli buğusu
Evet nisyan
Evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
Bu sevda biraz nadan
Biraz da hıçkırık tadı
Pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
Sen say ki
Yerin dibine geçti
Geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman
Bu şehre yağmurlar yağdı
Yani ben seni sevdiğim zaman
Ayrılık kurşun kadar ağır
Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
Yine de bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet
Beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç.



  Ahmet Hamdi Tanpınar











1.

açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın

2.

rüzgar
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan

3.

ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili

telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sahili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili

4.

yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle

5.






sanmıştık ki ikimiz

yeryüzünde ancak

birbirimiz için varız

ikimiz sanmıştık ki

tek kişilik bir yalnızlığa bile

rahatça sığarız

hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hala içimizde o yanardağ ağzı
hala kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız



                            Attila İlhan












yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman

şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde herşey
hem acıya, hem umuda benzer

gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin rontgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını

bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirsede bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünkü ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran birşey
acıya saran
umudu kuşatan

kalbim: kalbim mi desem
var kalbim :yaşayan ben
hayatla, ölümle, cinayetle
gazetelerle, radyolarla, eski üniversitelilerle
eski prof hocalarla
yaşayan ben :geç mi kaldık/ kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlun da elbet yurtseverden
birgün bırakır da sizi yüzüstü
yüzüstü değil :elbette bizüstü
bırakırda kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da sekizyüzlük hırtları,şunları bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedin annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi

şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da
bizi yaşatan
günler perişan

 Arkadaş Zekai Özger















Hiçlik'te bulaşalım sevgilim, oturup konuşalım
Dört yanımız dizboyu insan
Yağmurdan bile usanalım
Yağmurla sevişirken

Bende inanmaların çağı geçti
Sende sanki ilkbahar
Bizimkisi karşıtların birliği
Böyle sevgili olunur herhal

Nihilist bir otobiyografi
Buldum iç cebime astım
Ben de bir kelimeyim ölümün dağarcığında
Türkiye benim yurdum

Hiçlik'te buluşalım, öpüşürken göz kırpalım
Başağrısı çekelim üç gün üç gece
Yalnızlığın sularını bulandıralım
Görünmesin bir şey geride

Ben ki boynumda süpürgeler taşırım
Ardımdan gelenler ırgalamaz
Hiçlik'te buluşalım ve konuşmayalım
Dünyaya çarpan yürek onmaz

Hızla yaşadım genç ölmedim
Bir koşuymuş yaşam geç anladım
Otuzu geçiyorken saate baktım

Ben yanlız bir adamım tırnaklarım uzamaz

Beni kimseler sevmez...



1989



  Ahmet Erhan












1.
Hayatımı nasıl taramalıyım ki fiyakalı dursun
kimse anlamasın bir İstanbul hatırası olduğunu
yoksa taşralı bir küçük adam Paris ‘te şair olur
ve ölür, ütülü bir mendil gibi unutulur

Galiba insanın yakışıklı bir kalbi olmalı önce
sık sık tozu alınmalı, parlatılmalı aynalı sözlerle
benimse kâlp hususunda cilalı bir cümlem bile yok
mırıldandığım sözlerin çoğu ondan gelse de

Kendime en çok on yedi yaşımda benziyormuşum
buldum o çocuğu Gençlik Parkı’nın önünde
yıllar seni eskitememiş dostum, ifaden aynı
yarısı tebessüm yarısı korku dolu o çehre
suçlarımla göz göze gelmemek içinmiş meğer
o resimden bugüne gözlerimi kaçırarak bakışım
hâlâ suç gibi duruyor o bakış gözlerimde

2.
Yıllarca mırıldandım olmadı, artık yalvarıyorum
Tanrı’m n’olur bir fiyaka bağışla bana
hatırlı kullarının arasında sayılmasam da
çok görme ufacık bir jesti, fiyakalı bir bakış
fırlatmadan ölüp gideceğim yoksa

Yalnızca ben değilim bunu dileyen
kâlbim ki kırk yılı aştı bir-iki kez evinden
çıkıp başkalarının kâlbinde konaklamaktan başka
fiyaka nedir hiç bilmedi hayatta
her kâlbin olur o kadar fiyakası
boşuna mı besliyoruz onu göğsümüzün
en güzel odasında

3.
Yürüyüşümse hiç fiyakalı olmadı zaten
aynı yol aynı menzil, bir adamla gölgesi,
on yedi yaşındaki çocuk ve adam, ikisi de ben
gittik durduk uygun adım hiç mırıldanmadan
ve gölgesi sahibinden muntazam o memur
adımlarla uydum da şu hayat denen mesaiye
yine de uygunsuz bir şey kaldı bu muammadan

4.
Hiç kolay değilken kendine alışması insanın
başkaları nasıl da kolayca alışır ona, şaşarım
onlar alışınca alışmak kaldı bana da
oysa unutulacak kadar alışılsın istemiştim hep
varlığım kadar yokluğum da -varlığım
yokluğuma armağan olsun- varken olmadı da
bari yokluğumdan bir fiyaka kalsın!

5.
Orhan Kemal romanlarında rastlardım o kadına
hani tütün içen adamını kokusundan sever ya,
tüttüm durdum da onca biri çıkıp demedi:
o sigarayı bir tutuşun var ki adamım
kim görse aşka düşer de kül olur ona! 
Başka resmim olmadığındandır bunca kül bunca duman
o da eskidenmiş meğer, sönmüş, yetişemedim
tütünün fiyaka sayıldığı büyülü zaman

6.
Ruhun fiyakası mı işte buna gülerim
onu bir tek şairler yazar yazmasına da
yine şairler anlamaz: ruh bir miras
fakat gelenek gibi yeniden yorumlanırken
galiba biraz cila gerekiyor ona da
benimse ne sözlerim cilalı ne istibalim parlak
fiyaka yapayım derken fiyasko olur da
ruha ıstırap vermekten başka bir işe yaramaz!

Bilirim fiyakalıdır bazı itiraflar, bende
ne fiyakalı bir itiraf var ve ne de bir cümle
acı ve trajedi, aşk ve ölüm üstüne, şöyle; 
Aşk tek kişilik cinayettir ve herkes
kendine kıyar sevdiğini öldürmeden önce!

7.
Gür bir hayat gerekir şiire taramak için
bundandır bende üzgün durması kelimelerin
         
 Haydar Ergülen





Bakılmaz mı gözden dökülen yaşa
 Gör ki neler geldi o garip başa
 Hasret etti bize gama gardaşa 
Bir ayrılık bir yoksuzluk biri de ölüm 
 Nice sultanları tahttan indirir 
Nicesinin gül benzini soldurur 
Nicesini gelmez yola gönderir
 Bir ayrılık bir  yoksuzluk
                            biri de ölüm .

                          Neşet Ertaş


    Bak neler dökülüyor Neşet'in ağzından: yoksuzluk.
Yani yok'a bile sahip olamama durumu. Yoktan bile mahrumiyet.Ne kadar çok şey anlatıyor.









unutmak kolay mı deme 
unutursun mihribanım 
oğlun kızın olsun hele 
unutursun mihribanım 

zaman erir kelep kelep 
meyve dalda durmuyor hep 
unutturur birçok sebep 
unutursun mihribanım 

yıllar sineme yaslanır 
hatıraların paslanır 
bu deli gönül uslanır 
unutursun mihribanım 

Abdurrahim Karakoç







Unutma, unutma 
Sen yine sardunyalara su ver ben yokken 
Unutma, unutma 
Gazeteleri oku kahvaltı ederken 
Unutma, unutma 
Haberleri dinle her saat başı lütfen 

Sen ki acı çekmenin en kibarını bilirsin 
Sen ki mum gibi içine içine erirsin 
Sen ki acı çekmenin en kibarını bilirsin 
Sen ki mum gibi içine içine erirsin 

Dayan gözümün nuru 
Kavuşacağız elbet bir bağ bozumu
Kıran kırana bu hayat 
Yaşayacağız boynumuzun borcu 

Dayan gözümün nuru 
Kavuşacağız elbet bir bağ bozumu 
Kıran kırana bu hayat 
Yaşayacağız boynumuzun borcu 

Dayan gözümün nuru 
Kavuşacağız elbet bir bağ bozumu 
Kıran kırana bu hayat 
Yaşayacağız boynumuzun borcu 

Unutma bahardır kışın sonu


                 
                            Sezen Aksu





Baskın yemiş bir evsen dağılmışsan
Tutuklanmış kitapsan yakılmışsan,
Bir çift turnaya benzerdi gözleri
Göğüm öksüz kaldı bakar ağlarım

Aldı gitti neyim var neyim yoksa
Kalanlarsa yalım yalım yangınsa
Bu can bu bedenden ayrılmıyorsa
Daha çok acıyla yanacak ömrüm
Daha çok hasretle yanacak ömrüm.

Yaktım koca ömrü zaaflı bir anda
Yarla baharımı kışlara gömdüm
Eğdim dağ başımı onun önünde
Yetmedi ardından bakar ağlarım.

Yasemin Göksu







Akasya kokan gecelerde
Türküler söyleyip dolaşırdın sen
Birer birer dökülen hecelerde
Kendi yüreğinle yarışırdın sen

Sağ olsun uçan kuşlar
Çiçeğe durmuş ağaç
Yaşasın sevdalılar
Sevdalım hayat

Karanlıktan güçlüydü hep aydınlık
Uzakta parlayan sımsıcak ışık
Şiir sana tutkun sen ona aşık
Kendi yüreğinle yarışırdın sen

Sağolsun uçan kuşlar
Çiçeğe durmuş ağaç
Yaşasın sevdalılar
Sevdalım hayat

Yaşam dalga dalga uzar giderdi
Ölüm gözümüzde bir arpa boyu
Çocuk gibi öper, okşar, severdim
Yediğim ekmeği, içtiğim suyu

Sağolsun uçan kuşlar
Çiçeğe durmuş ağaç
Yaşasın sevdalılar
Sevdalım hayat 
     
  Zülfü Livaneli






Mendilimin Yeşili 
Ben Kaybettim Eşimi
Al Bu Mendil Sende Sende Kalsın
Sil Gözünün Yaşını

Amman Doktor Canım Kuzum Doktor
Derdime Bir Çare
Çaresiz Dertlere Düştüm
Doktor Bana Bir Çare

Mendilim Benek Benek 
Ortası Çarkıfelek
Yazı Beraber Geçirdik
Kışın Ayırdı Felek

Amman Doktor Canım Kuzum Doktor
Derdime Bir Çare
Çaresiz Dertlere Düştüm
Doktor Bana Bir Çare












Kafam bozuk

Gönlüm soluk

Dilim donuk

Bu dümende..



Saçım ağarır

Yaşım bağırır

Yaşam daralır

Bu dümende..


Aşkı için ölecek
Nerde kaldı öyle yürek!
Delikanlı yoruldu
Bir o yana bir bu yana, sararıp soldu

Hakkım kalır
Helal bağırır
Nazım çalınır
Bu dümende..

Saçım ağarır
Yaşım bağırır
Yaşam daralır
Bu dümende..

Aklı selim bahaneler
Daha ne durur haneler?
Delikanlı yoruldu
Bir o yana bir bu yana; sararıp soldu

Kafam bozuk
Gönlüm soluk
Dilim donuk
Bu dümende..


                            Birsen Tezer









Aşk bitti



Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti

Aşk bitti

İçimden sanki bir şeyler kopup gitti

Aşk hiç biter mi

Hiç bir şey olmamış gibi

Boşlukta kaybolup gider mi 
Aşk hiç biter mi

Kalır adımızla
Bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda 
Bir takvim kenarında 
Kalır bir çiçekte 
Bir defter arasında 
Bir tırnak yarasında 
Bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada
Bir yastık oyasında 
Bir mum ışığında 
Bir yer yatağında 
Aşk hiç biter mi

Kalır dilimizde 
Yinelenen bir şarkıda 
Bir okul çıkışında 
Bir çocuk bakışında 
Kalır bir kitapta 
Bir masal perisinde
Bir hasta odasında 
Bir gece yarısında
Kalır bir durakta 
Yırtık bir afişte 
Buruk bir gülüşte 
Dağılmış yürüyüşte 
Aşk hiç biter mi

Kalır bir sokakta
Bir genel telefonda 
Bir soru yanıtında 
Bir komşu suratında 
Kalır bir pazarda 
Bir kahve kokusunda
Bir tavşan niyetinde 
Bir çorap fiyatında 
Kalır bir yosunda 
Bir deniz kıyısında 
Bir martı kanadında 
Bir vapur bacasında 
Aşk hiç biter mi


                           Ezginin Günlüğü







Gözlerim yaşlarla dolu
Param parça yüreğimle
Geçip gidiyor her anım
Çile ile hüzün ile
Yüreğime sancı sardı
Bile bile göz göre göre
Çoğu gitti azı kaldı
Geri kalan ömrüm nerde



Ağzım dilime tabut
Konuşamaz oldum birden
Bir sancı bürüdü beni
Kalbimin attığı yerde

Hasret Gültekin








Bir yel esti usul usul 
Ayva güldü nar ağladı 
Ömrüm durdu ömrüm sustu 
Sanki gece geliyordu 

Gece geldi yıldız oldu 
Bahar oldu çiçek oldu 
Dediler ki gül ey ihsan 
Gecenin yolcusu geldi 

Sonrası güzdü yağmurdu 
Soluksuz bir hıçkırıktı


Paramparça ağlamaktı 
Güpegündüz kör olmaktı 

Ne olursun anla artık 
Gitsem ayrılık kalsam çöl 
Yum gözümü çürüyor her şey 
Bir sen varsın kal benimle 

Sen gidersen ne kalır ki 
Ömrün susuz bağlarında 
Sen giderken dayanamam 
Ne olursun kal benimle








Gittin nerelere
Beni vermez dediğin dağlardan
Gittin uzaklara
Baskın yemez dediğin koyaklardan
Le le can
Can yoldaşım poşu bağlar
Ardın sıra dağlar ağlar
Gün yüzlüm sana değil
Kırgınım kapkara yazgılara
Dağlara değil küskünlüğüm
Sevdiğim sana ağlıyor yüreğim
Le le can
Can yoldaşım geçip gitti
Her dem olmaz dağ çiçeği gibi oy
Can yoldaşım poşu bağlar
Ardın sıra dağlar ağlar



Dağlar dolandı yollarım 
Bir kez düze varamadım 
Kuş olup da uçamadım eyvah 
Denizim hep fırtınalı 
Rüzgarlar almış başımı 
Bir limana sığamadım eyvah 

Sesim ağrır şarkım ağlar 
Akıp giden günler ağlar 
Saklısında yüreğimin 
Koruduğum umut ağlar 

Kabuk bağladı derken tam
En güçlü yerinden kanar 
Yaralarım göz göz oldu eyvah 
Her gün yeniden sarsam da 
İyi olur umuduyla 
Araftayım çok dardayım eyvah 

Kim bilir daha neler bekler 
Nelerin neresindeyim 
Bu son olsun çok yoruldum 
Paramparça oldu kalbim





Ardımda bırakıp
Gül çağrısını
Ayrılık anı bu sisli şarkıyı
Irmaklar gibi akıp uzun uzun
Terk ediyorum bu kenti
Ah ölüler gibi

Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi
Sonsuz bir yangın gibi
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek
Yaralı bir kuş gibi

Kumral bir çocuğun
Yaz öyküsü bu
Şarkılarla geçtim aranızdan
Yalnızlar gibi susup uzun uzun
Terk ediyorum bu kenti
Ah bir aşk gibi

Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi
Sonsuz bir yangın gibi
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek
Yaralı bir kuş gibi

Düşlüyorum bu kenti
Son bir aşk gibi




Hatıradır gündüzümde ah gecemde 
Hatırandır rüyam bile 
Gülde kokun dağda ateş yana yana 
Akan ırmak hatırandır 

Ben o kavak ağacın, yollarında 
Yaprak yaprak ardında, rüzgarında 
Yol tutkusu düş yolcusu 
Rüzgarı hatırla 

Güzeldi yollar, yolcusuyla 
Güzeldi düşler yoldaşıyla 
Kalbimde hala o şarkılar 

Bulut bulut ağırlar bak gözlerim seni


Yalnızlıktır, hatırlanır 
Gecem üzgün rüyam üzgün sora sora 
Yola düşen hatıramdır 

Ben o kavak ağacın, yollarında 
Yaprak yaprak ardında, rüzgarında 
Yol vurgunu düş tutkunu 
Rüzgarı hatırla 

Güzeldi yollar, yolcusuyla 
Güzeldi düşler yoldaşıyla 
Kalbimde hala o şarkılar 








Bekle beni küçüğüm, 
Umudun karatmadan, 
Sevincin yitirmeden 
Döneceğim bir gün 
Bekle beni 

Mapushane'nin türküleri 
Hüzünlüdür biraz 
Her dinleyişinde belki 
Yüreğin burkulur, 
İçin sızlar 

Ama acılara alışılmaz
Bir şeyler var değişecek, 
Bir şeyler var değiştirmemiz gereken. 
Önce acılardan başlanacak 

Mapushane'nin türküleri 
Hüzünlüyse de biraz 
Burkulmasın yüreğin, 
Sızlamasın için sakın









alnını dağ ateşiyle 

yüzünü kanla yıkayan dostum 

senin dudağında gülümseyen bordo gül 

benim yüreğimi harmanlayan isyan olsun 



şimdi dingin gövdende 

uğultuyla büyüyen sessizlik 
bir gün benim elimde 
patlamaya hazır mavzer olsun 

başını omzuma yasla 
gövdemde taşıyayım seni 
gövdem gövdene can olsun 

Grup Yorum





Yangınlar alevinden geçip de gelen dost 
Yanar olmuş yüreğin, nar olmuş lilisan 
Sen insansın, sen insansın, sen insansın sen insan 
Sen insansın hey lilişan sen insansın sen insan. 

Ağır başlı kitaplar senin adına 
En yiğit besteler seni söyler 
Dünyada şarkılar misali yaşayansın sen 
Sen insansın, sen insansın iki milyar cansın 
Sen insansın hey lilişan sen insansın sen insan 
Sen insansın hey lilişan iki milyar cansın. 

Yangınlar alevinden geçip de gelen dost 
Yelken gibi açılmışsın zalim rüzgara 
Hey lilişan hey lilişan 
Gülmüşem ağlamışam 
Bir tuhaflık olmuş olmuş 
Dünyanın hali. 






Bırak beni gayri uçam 
Uçamda yollara göcem 
Ben uçmasam bil ki içem 
Uçsuz yollara yollara. 

Kuş ehline durak olmaz 
Durur ise yüzüm gülmez 
Ben uçmasam bahar gelmez 
Gonca güllere güllere. 

Bir gün gelir ben giderim 
Yedi iklim, yurdum yerim 
Bellenmeyen türkülerim 
Düşer dillere dillere. 





Saat 21'i vuranda 
Burada kan panalar çalardı 
Burada. 
Burada hasret ve dert
Sen nerdeydin? 

Bugün 
Bugün görüş günümüz 
Herkes geldi, sen nerdeydin? 

Aynı daldaydık 
Aynı daldaydık 
Aynı daldan düştük ayrıldık 
Aramızda yüzyıllık zaman
Yol yüzyıllık 
Tam yüzyıl 
Tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli 
Gözlerin içimde durmayalı. 
Dokunmayalı sıcaklığına karnının 
Tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın 
Aynı daldaydık 
Aynı daldaydık 
Aynı daldan düştük ayrıldık 
Aramızda yüzyıllık zaman 
Yol yüzyıllık... 





Haydi git güle güle 
Güle güle sana 
Acılara yeten gücüm 
Mektuplara yetmedi 
Demirlere yeten gücüm 
Mektuplara yetmedi 

Bu ne biçim sevgi 
Nasıl kardeşlik 
Bu nasıl dostluk 
Bu ne beter sevda 
Benim aklım ermedi 





Haydi git güle güle 
Güle güle sana 
İçli mektuplar gelmesin 
Kavuşmaz uzaklardan 
Yanık mektuplar gelmesin 
Kavuşmaz dostluklardan 

Haydi git güle güle 
Güle güle sana 
Zincirlere yeten gücüm 
Mektuplara yetmedi 
Demirlere yeten gücüm 
Mektuplara yetmedi.
                
               





Vakit tamam seni terk ediyorum 
Bütün alışkanlıklardan öteye 
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum 
Doymadım inan kanmadım sevgiye. 

Korkulu geceleri sayar gibi 
Birdenbire bir yıldız kayar gibi 
Ellerim kurtulacak ellerinden 
Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi. 

Aşksa bitti gül ise hiç dermedik 
Bul kendine kuytularda hadi dal 
Seninle bir bütün olabilirdik. 
Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal 
Hoşçakal canımın içi, hoşçakal. 

Vakit tamam seni terk ediyorum
Bu incecik bir veda havasıdır 
Parmak uçlarına değen sıcaklığı 
İncinen bir hayatın yarasıdır. 

Kalacak tüm izlerin hayatımda 
Gözümden bir damla yaş aktığında 
Bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan 
Kan tarlası gelincik şafağında. 

Ölümse korktun savaşsa hep kaçtın 
Vur kendini korkularda hadi al 
Sen bir suydun sen bir ilaçtın 
Hoşçakal canımın içi, hoşçakal 
Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal 
Sen bir suydun sen bir ilaçtin 
Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal 
Hoşçakal iki gözüm, hoşça kal...

Ahmet Kaya


Tezin kadar değeri olur mu bu yazılmışların bilmiyorum ama umarım bir değer katabilmiştir bunca değersizliğe.

Türküm bitmedi sesim daha yitmedi ben hala türkü yakıyorum kavgada.

Ellerimi bilincimi sesimi tüm hünerimi kavgama verdim.Yaşasın direniş yaşasın zafer.


Gülüşün günlerimizi aydınlatıncaya dek inancım sevdamızda yaşayacak.Direnmektir artık bekleyişin öbür adı.

Herkese selam sana hasret.

Veda


MTÖ

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ADİL YARGILANMA HAKKININ ÖZEL HUKUKTA GÖRÜNÜMÜ