Veda Çiçeği
Sana sevdamı haykırdığım ilk yazımda tarihi ve saati atarak başlamıştım: Ekim 2,2018.
Nasıl yazgımızın başlangıcını ilmek ilmek yazdıysam sonu için de aynı şeyi yapıyorum. Yine ona benzer şekilde yer yer şiirler ve türküler olacak.
Neden bu başlığı seçtim. Çünkü sana menekşe başta olmak üzere türlü çiçekler vermiştim en kokulu ve kokusuzlarından. Yine öyle yapıyorum.
Neden niye ve ne için bu noktaya geldik? Yani şu an kesin ve ortada olan ayrılık nerden peydah oldu.
Bu arada ayrılan ya da amiyane tabirle terkeden sen olmuş gibi olsan da aktif eylemleriyle bu ayrılığa ön ayak olan benim. Kabulümdür.
Yaz ortasında işinle ilgili belirli konularda burnumu sokmaya ya da maydanoz olmaya çalışmıştım.
Aslında bundan ziyade 3 küsur yılın eseri olsa da bu ola gelenler, yine de bu olay ateşin kıvılcımı oldu.
İlk başlarda sana yönelik tek çekincem, adımlarım koşaradım olmasına rağmen onların geriye doğru gitmesine sebep olan tek konuydu müdahil olma isteğimi körükleyen; yolunun pek uğramadığı başkaldırı ve direniş.
Bunları sana aşılamaktı tek isteğim yıllar yılı.
Ama sen, beni senden, seni benden uzaklaştırmak İsteyenlerin’in gibi kuruluşları, koridorları, topukluları, prezentablı, kağıtları kürekleri,en çok da başeğmeleri seçtin.
Umarım hoş bulursun. Dilerim başeğmelerin sadece patronunla sınırlı kalır.
Son zamanlardaki gibi rica minnet aşağıdaki şarkı türkülere de bir göz at istersen.
Yalnız Bir Opera
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan,büyüyüp kök salan ,benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyorduyüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine çerçevesine sığmayanmunis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı,değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Senin bana geç kaldığını
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Gittin.şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen Zaman sizi kanatır
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe... Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
HER YAŞTA BAŞKA TÜRLÜ GEÇİLEN
AŞKIN BİR YOLU VARDIR
HER YAŞTA BİRAZ GECİKİLEN
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren
ve aşk, bizi doğuran annemizdir,
ve şiir, tek kalemizdir bizim.
her şey bu dünyada olur.
ve bir gün, mezarlarda, yalnız yatarız.
babam gelirdi ve akşam olurdu.
bahçedeki akasya ağacı günboyu biriktirdiği kuşları
birer hayal topu olarak uzatırdı yatağımıza.
siyah-beyaz bir fotoğraf gibi gelirdi babam.
kamyonlar hep geceleri, hep uzaklara giderdi.
ben o zamanlar bütün babaları susar sanırdım.
yalnızca gaz lambasıyla konuşan bir diş gıcırtısıydı babam.
kapılar titreyerek açılır, titreyerek kapanırdı.
tanrıyı ve uzun konuşanları sevmezdi hiç.
babamdan yapılmış bir korkuydu dünya.
ben o zamanlar yalnızlığı gece sanırdım.
ne kadar susarsa o kadar terlerdi.
boncuk bocuk döktüğü ter, hep uzağından geçen kadınların
içinde göveren gözleri miydi?
babam en çok kışa yakışırdı.
bütün oyunlarımız başkalarının evlerine bir güzellemeydi.
annem babamın günahları için bir namaz yumağı hâlâ.
ey penceresi dışarıya açık, içeriye kapalı evler...
babam neden yalnızca içince güzeldi.
şimdi beş ayrı evde aynı yürek lekesi
süt kokularına yayılıp duruyor.
babam on altı yıldır ölüme saçmalığını anlatıyor...
Şükrü Erbaş
Ayrılık ne biliyor musun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.
İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!
İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.
O küçük ölüm!
Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.
Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
‘bulmacanın beş harfli yemek sorusuna’ yanıt aramanla halkalanmış,
‘Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı’
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
‘bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ‘
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.
Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında….
Ne mi yapacağım bundan sonra?
Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye….
Ne yapacağımı sanıyorsun ki?
Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağı
Şükrü Erbaş
Şükrü Erbaş
Bir Adın Kalmalı Geriye
Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet
Sen say ki
Ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri, koynuma almadım ihaneti
Ve say ki
Bütün şiirler gözlerini
Bütün şarkılar saçlarını söylemedi
Hele nihavent
Hele buselik hiç geçmedi fikrimden
Ve hiç gitmedi
Bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden
Evet yangın
Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
Evet kaybetmenin o zehirli buğusu
Evet nisyan
Evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
Bu sevda biraz nadan
Biraz da hıçkırık tadı
Pencere önü menekşelerinde her akşam
Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
Sen say ki
Yerin dibine geçti
Geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman
Bu şehre yağmurlar yağdı
Yani ben seni sevdiğim zaman
Ayrılık kurşun kadar ağır
Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
Yine de bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet
Beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç.
Ahmet Hamdi Tanpınar
1.
açılmış sarmaşık gülleri
kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvalanmış
içimde keder
uzak bir telefonda ağlayan
yağmurlu genç kadın
2.
rüzgar
uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor
dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerinde vücudumun
ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hissettiğim an
demirler eriyor hırsımdan
3.
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sahili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili
4.
yalnızlık
hızla alçalan bulutlar
karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert
bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yalnızlık
çakmak taşı gibi sert
elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir
fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele
elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu
parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı
kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu
tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu
ölü bir gezegenin
soğuk tenhalığına
benzemesin diye
özgürlük mutlaka paylaşılacak
suç ortağı bir sevgiliyle
5.
sanmıştık ki ikimiz
yeryüzünde ancak
birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki
tek kişilik bir yalnızlığa bile
rahatça sığarız
hiç yanılmamışız
her an düşüp düşüp
kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da
hala içimizde o yanardağ ağzı
hala kıpkızıl gülümseyen
-sanki ateşten bir tebessüm-
zehir zemberek aşkımız
yırtarak geçiyor kalbimizden
hayatı da törpüleyen zaman
şuramızda birşey var
acıya benzer
umuda benzer
böyle günlerde herşey
hem acıya, hem umuda benzer
gün ölümle başlatıyor hayatı
her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor
her sabah ölümü anlatıyor gazeteler
sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf
yeni bir cinayetin rontgenini çıkartıyor gövdeme
beynim sabırla keskin
iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını
bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir
gelirsede bilinir nerden ve nasıl
böyle ölümün yücedir adı
ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası
çünkü ölümün kanıdır besleyen
bir başka baharın tohumlarını
şuramızda birşey var
bizi onduran birşey
acıya saran
umudu kuşatan
kalbim: kalbim mi desem
var kalbim :yaşayan ben
hayatla, ölümle, cinayetle
gazetelerle, radyolarla, eski üniversitelilerle
eski prof hocalarla
yaşayan ben :geç mi kaldık/ kabul edemem
ah benim sevgili annem
oğlun da elbet yurtseverden
birgün bırakır da sizi yüzüstü
yüzüstü değil :elbette bizüstü
bırakırda kötü sarmaşıkları, yaban güllerini
bırakır da sekizyüzlük hırtları,şunları bunları
giriverir senin sıcacık kucağına
yani hem sana karşı, hem senin için
giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına
ölüm mü dedin annem
ölüm senin gibi güzel annelerin
senin gibi güzel çocuklar feda etmiş
o tarih atlasında
bir kırmızı gül olur ancak
koksun diye çocukların bahçesi
şuramızda, tam şuramızda
kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da
bizi yaşatan
günler perişan
Arkadaş Zekai Özger
Arkadaş Zekai Özger
Hiçlik'te bulaşalım sevgilim, oturup konuşalım
Dört yanımız dizboyu insan
Yağmurdan bile usanalım
Yağmurla sevişirken
Bende inanmaların çağı geçti
Sende sanki ilkbahar
Bizimkisi karşıtların birliği
Böyle sevgili olunur herhal
Nihilist bir otobiyografi
Buldum iç cebime astım
Ben de bir kelimeyim ölümün dağarcığında
Türkiye benim yurdum
Hiçlik'te buluşalım, öpüşürken göz kırpalım
Başağrısı çekelim üç gün üç gece
Yalnızlığın sularını bulandıralım
Görünmesin bir şey geride
Ben ki boynumda süpürgeler taşırım
Ardımdan gelenler ırgalamaz
Dünyaya çarpan yürek onmaz
Hızla yaşadım genç ölmedim
Bir koşuymuş yaşam geç anladım
Otuzu geçiyorken saate baktım
Ben yanlız bir adamım tırnaklarım uzamaz
Beni kimseler sevmez...
1989
Ahmet Erhan
1.
Hayatımı nasıl taramalıyım ki fiyakalı dursun
kimse anlamasın bir İstanbul hatırası olduğunu
yoksa taşralı bir küçük adam Paris ‘te şair olur
ve ölür, ütülü bir mendil gibi unutulur
Galiba insanın yakışıklı bir kalbi olmalı önce
sık sık tozu alınmalı, parlatılmalı aynalı sözlerle
benimse kâlp hususunda cilalı bir cümlem bile yok
mırıldandığım sözlerin çoğu ondan gelse de
Kendime en çok on yedi yaşımda benziyormuşum
buldum o çocuğu Gençlik Parkı’nın önünde
yıllar seni eskitememiş dostum, ifaden aynı
yarısı tebessüm yarısı korku dolu o çehre
suçlarımla göz göze gelmemek içinmiş meğer
o resimden bugüne gözlerimi kaçırarak bakışım
hâlâ suç gibi duruyor o bakış gözlerimde
2.
Yıllarca mırıldandım olmadı, artık yalvarıyorum
Tanrı’m n’olur bir fiyaka bağışla bana
hatırlı kullarının arasında sayılmasam da
çok görme ufacık bir jesti, fiyakalı bir bakış
fırlatmadan ölüp gideceğim yoksa
Yalnızca ben değilim bunu dileyen
kâlbim ki kırk yılı aştı bir-iki kez evinden
çıkıp başkalarının kâlbinde konaklamaktan başka
fiyaka nedir hiç bilmedi hayatta
her kâlbin olur o kadar fiyakası
boşuna mı besliyoruz onu göğsümüzün
en güzel odasında
3.
Yürüyüşümse hiç fiyakalı olmadı zaten
aynı yol aynı menzil, bir adamla gölgesi,
on yedi yaşındaki çocuk ve adam, ikisi de ben
gittik durduk uygun adım hiç mırıldanmadan
ve gölgesi sahibinden muntazam o memur
adımlarla uydum da şu hayat denen mesaiye
yine de uygunsuz bir şey kaldı bu muammadan
4.
Hiç kolay değilken kendine alışması insanın
başkaları nasıl da kolayca alışır ona, şaşarım
onlar alışınca alışmak kaldı bana da
oysa unutulacak kadar alışılsın istemiştim hep
varlığım kadar yokluğum da -varlığım
yokluğuma armağan olsun- varken olmadı da
bari yokluğumdan bir fiyaka kalsın!
5.
Orhan Kemal romanlarında rastlardım o kadına
hani tütün içen adamını kokusundan sever ya,
tüttüm durdum da onca biri çıkıp demedi:
o sigarayı bir tutuşun var ki adamım
kim görse aşka düşer de kül olur ona!
Başka resmim olmadığındandır bunca kül bunca duman
o da eskidenmiş meğer, sönmüş, yetişemedim
tütünün fiyaka sayıldığı büyülü zaman
6.
Ruhun fiyakası mı işte buna gülerim
onu bir tek şairler yazar yazmasına da
yine şairler anlamaz: ruh bir miras
fakat gelenek gibi yeniden yorumlanırken
galiba biraz cila gerekiyor ona da
benimse ne sözlerim cilalı ne istibalim parlak
fiyaka yapayım derken fiyasko olur da
ruha ıstırap vermekten başka bir işe yaramaz!
Bilirim fiyakalıdır bazı itiraflar, bende
ne fiyakalı bir itiraf var ve ne de bir cümle
acı ve trajedi, aşk ve ölüm üstüne, şöyle;
Aşk tek kişilik cinayettir ve herkes
kendine kıyar sevdiğini öldürmeden önce!
7.
Gür bir hayat gerekir şiire taramak için
bundandır bende üzgün durması kelimelerin
Haydar Ergülen
Bakılmaz mı gözden dökülen yaşa
Gör ki neler geldi o garip başa
Hasret etti bize gama gardaşa
Bir ayrılık bir yoksuzluk biri de ölüm
Nice sultanları tahttan indirir
Nicesinin gül benzini soldurur
Nicesini gelmez yola gönderir
Bir ayrılık bir yoksuzluk
biri de ölüm .Neşet Ertaş
Bak neler dökülüyor Neşet'in ağzından: yoksuzluk.
Yani yok'a bile sahip olamama durumu. Yoktan bile mahrumiyet.Ne kadar çok şey anlatıyor.
unutmak kolay mı deme
unutursun mihribanım
oğlun kızın olsun hele
unutursun mihribanım
zaman erir kelep kelep
meyve dalda durmuyor hep
unutturur birçok sebep
unutursun mihribanım
yıllar sineme yaslanır
hatıraların paslanır
bu deli gönül uslanır
unutursun mihribanım
Abdurrahim Karakoç
Abdurrahim Karakoç
Unutma, unutma
Sen yine sardunyalara su ver ben yokken
Unutma, unutma
Gazeteleri oku kahvaltı ederken
Unutma, unutma
Haberleri dinle her saat başı lütfen
Sen ki acı çekmenin en kibarını bilirsin
Sen ki mum gibi içine içine erirsin
Sen ki acı çekmenin en kibarını bilirsin
Sen ki mum gibi içine içine erirsin
Dayan gözümün nuru
Kavuşacağız elbet bir bağ bozumu
Kıran kırana bu hayat
Yaşayacağız boynumuzun borcu
Dayan gözümün nuru
Kavuşacağız elbet bir bağ bozumu
Kıran kırana bu hayat
Yaşayacağız boynumuzun borcu
Dayan gözümün nuru
Kavuşacağız elbet bir bağ bozumu
Kıran kırana bu hayat
Yaşayacağız boynumuzun borcu
Unutma bahardır kışın sonu
Sezen Aksu
Baskın yemiş bir evsen dağılmışsan
Tutuklanmış kitapsan yakılmışsan,
Bir çift turnaya benzerdi gözleri
Göğüm öksüz kaldı bakar ağlarım
Aldı gitti neyim var neyim yoksa
Kalanlarsa yalım yalım yangınsa
Bu can bu bedenden ayrılmıyorsa
Daha çok acıyla yanacak ömrüm
Daha çok hasretle yanacak ömrüm.
Yaktım koca ömrü zaaflı bir anda
Yarla baharımı kışlara gömdüm
Eğdim dağ başımı onun önünde
Yetmedi ardından bakar ağlarım.
Yasemin Göksu
Akasya kokan gecelerde
Türküler söyleyip dolaşırdın sen
Birer birer dökülen hecelerde
Kendi yüreğinle yarışırdın sen
Sağ olsun uçan kuşlar
Çiçeğe durmuş ağaç
Yaşasın sevdalılar
Sevdalım hayat
Karanlıktan güçlüydü hep aydınlık
Uzakta parlayan sımsıcak ışık
Şiir sana tutkun sen ona aşık
Kendi yüreğinle yarışırdın sen
Sağolsun uçan kuşlar
Çiçeğe durmuş ağaç
Yaşasın sevdalılar
Sevdalım hayat
Yaşam dalga dalga uzar giderdi
Ölüm gözümüzde bir arpa boyu
Çocuk gibi öper, okşar, severdim
Yediğim ekmeği, içtiğim suyu
Sağolsun uçan kuşlar
Çiçeğe durmuş ağaç
Yaşasın sevdalılar
Sevdalım hayat
Zülfü Livaneli
Mendilimin Yeşili
Ben Kaybettim Eşimi
Al Bu Mendil Sende Sende Kalsın
Sil Gözünün Yaşını
Amman Doktor Canım Kuzum Doktor
Derdime Bir Çare
Çaresiz Dertlere Düştüm
Doktor Bana Bir Çare
Mendilim Benek Benek
Ortası Çarkıfelek
Yazı Beraber Geçirdik
Kışın Ayırdı Felek
Amman Doktor Canım Kuzum Doktor
Derdime Bir Çare
Çaresiz Dertlere Düştüm
Doktor Bana Bir Çare
Kafam bozuk
Gönlüm soluk
Dilim donuk
Bu dümende..
Saçım ağarır
Yaşım bağırır
Yaşam daralır
Bu dümende..
Delikanlı yoruldu
Bir o yana bir bu yana, sararıp soldu
Hakkım kalır
Helal bağırır
Nazım çalınır
Bu dümende..
Saçım ağarır
Yaşım bağırır
Yaşam daralır
Bu dümende..
Aklı selim bahaneler
Daha ne durur haneler?
Delikanlı yoruldu
Bir o yana bir bu yana; sararıp soldu
Kafam bozuk
Gönlüm soluk
Dilim donuk
Bu dümende..
Birsen Tezer
Aşk bitti
Elimden sanki minik bir balık kayıp gitti
Aşk bitti
İçimden sanki bir şeyler kopup gitti
Aşk hiç biter mi
Hiç bir şey olmamış gibi
Boşlukta kaybolup gider mi
Aşk hiç biter mi
Kalır adımızla
Bir sokak duvarında
Bir ağaç kabuğunda
Bir takvim kenarında
Kalır bir çiçekte
Bir defter arasında
Bir tırnak yarasında
Bir dolmuş sırasında
Kalır bir odada
Bir yastık oyasında
Bir mum ışığında
Bir yer yatağında
Aşk hiç biter mi
Kalır dilimizde
Yinelenen bir şarkıda
Bir okul çıkışında
Bir çocuk bakışında
Kalır bir kitapta
Bir masal perisinde
Bir hasta odasında
Bir gece yarısında
Kalır bir durakta
Yırtık bir afişte
Buruk bir gülüşte
Dağılmış yürüyüşte
Aşk hiç biter mi
Kalır bir sokakta
Bir genel telefonda
Bir soru yanıtında
Bir komşu suratında
Kalır bir pazarda
Bir kahve kokusunda
Bir tavşan niyetinde
Bir çorap fiyatında
Kalır bir yosunda
Bir deniz kıyısında
Bir martı kanadında
Bir vapur bacasında
Aşk hiç biter mi
Ezginin Günlüğü
Gözlerim yaşlarla dolu
Param parça yüreğimle
Geçip gidiyor her anım
Çile ile hüzün ile
Yüreğime sancı sardı
Bile bile göz göre göre
Çoğu gitti azı kaldı
Geri kalan ömrüm nerde
Ağzım dilime tabut
Konuşamaz oldum birden
Bir sancı bürüdü beni
Kalbimin attığı yerde
Hasret Gültekin
Bir yel esti usul usul
Ayva güldü nar ağladı
Ömrüm durdu ömrüm sustu
Sanki gece geliyordu
Gece geldi yıldız oldu
Bahar oldu çiçek oldu
Dediler ki gül ey ihsan
Gecenin yolcusu geldi
Sonrası güzdü yağmurdu
Soluksuz bir hıçkırıktı
Paramparça ağlamaktı
Güpegündüz kör olmaktı
Ne olursun anla artık
Gitsem ayrılık kalsam çöl
Yum gözümü çürüyor her şey
Bir sen varsın kal benimle
Sen gidersen ne kalır ki
Ömrün susuz bağlarında
Sen giderken dayanamam
Ne olursun kal benimle
Gittin nerelere
Beni vermez dediğin dağlardan
Gittin uzaklara
Baskın yemez dediğin koyaklardan
Le le can
Can yoldaşım poşu bağlar
Ardın sıra dağlar ağlar
Gün yüzlüm sana değil
Kırgınım kapkara yazgılara
Dağlara değil küskünlüğüm
Sevdiğim sana ağlıyor yüreğim
Le le can
Can yoldaşım geçip gitti
Her dem olmaz dağ çiçeği gibi oy
Can yoldaşım poşu bağlar
Ardın sıra dağlar ağlar
Dağlar dolandı yollarım
Bir kez düze varamadım
Kuş olup da uçamadım eyvah
Denizim hep fırtınalı
Rüzgarlar almış başımı
Bir limana sığamadım eyvah
Sesim ağrır şarkım ağlar
Akıp giden günler ağlar
Saklısında yüreğimin
Koruduğum umut ağlar
Kabuk bağladı derken tam
En güçlü yerinden kanar
Yaralarım göz göz oldu eyvah
Her gün yeniden sarsam da
İyi olur umuduyla
Araftayım çok dardayım eyvah
Kim bilir daha neler bekler
Nelerin neresindeyim
Bu son olsun çok yoruldum
Paramparça oldu kalbim
Ardımda bırakıp
Gül çağrısını
Ayrılık anı bu sisli şarkıyı
Irmaklar gibi akıp uzun uzun
Terk ediyorum bu kenti
Ah ölüler gibi
Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi
Sonsuz bir yangın gibi
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek
Yaralı bir kuş gibi
Kumral bir çocuğun
Yaz öyküsü bu
Şarkılarla geçtim aranızdan
Yalnızlar gibi susup uzun uzun
Terk ediyorum bu kenti
Ah bir aşk gibi
Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi
Sonsuz bir yangın gibi
Sevmesem öyle kolay çekip gitmek
Yaralı bir kuş gibi
Düşlüyorum bu kenti
Son bir aşk gibi
Hatıradır gündüzümde ah gecemde
Hatırandır rüyam bile
Gülde kokun dağda ateş yana yana
Akan ırmak hatırandır
Ben o kavak ağacın, yollarında
Yaprak yaprak ardında, rüzgarında
Yol tutkusu düş yolcusu
Rüzgarı hatırla
Güzeldi yollar, yolcusuyla
Güzeldi düşler yoldaşıyla
Kalbimde hala o şarkılar
Bulut bulut ağırlar bak gözlerim seni
Yalnızlıktır, hatırlanır
Gecem üzgün rüyam üzgün sora sora
Yola düşen hatıramdır
Ben o kavak ağacın, yollarında
Yaprak yaprak ardında, rüzgarında
Yol vurgunu düş tutkunu
Rüzgarı hatırla
Güzeldi yollar, yolcusuyla
Güzeldi düşler yoldaşıyla
Kalbimde hala o şarkılar
Bekle beni küçüğüm,
Umudun karatmadan,
Sevincin yitirmeden
Döneceğim bir gün
Bekle beni
Mapushane'nin türküleri
Hüzünlüdür biraz
Her dinleyişinde belki
Yüreğin burkulur,
İçin sızlar
Ama acılara alışılmaz.
Bir şeyler var değişecek,
Bir şeyler var değiştirmemiz gereken.
Önce acılardan başlanacak
Mapushane'nin türküleri
Hüzünlüyse de biraz
Burkulmasın yüreğin,
Sızlamasın için sakın
alnını dağ ateşiyle
yüzünü kanla yıkayan dostum
senin dudağında gülümseyen bordo gül
benim yüreğimi harmanlayan isyan olsun
şimdi dingin gövdende
uğultuyla büyüyen sessizlik
bir gün benim elimde
patlamaya hazır mavzer olsun
başını omzuma yasla
gövdemde taşıyayım seni
gövdem gövdene can olsun
Grup Yorum
Yangınlar alevinden geçip de gelen dost
Yanar olmuş yüreğin, nar olmuş lilisan
Sen insansın, sen insansın, sen insansın sen insan
Sen insansın hey lilişan sen insansın sen insan.
Ağır başlı kitaplar senin adına
En yiğit besteler seni söyler
Dünyada şarkılar misali yaşayansın sen
Sen insansın, sen insansın iki milyar cansın
Sen insansın hey lilişan sen insansın sen insan
Sen insansın hey lilişan iki milyar cansın.
Yangınlar alevinden geçip de gelen dost
Yelken gibi açılmışsın zalim rüzgara
Hey lilişan hey lilişan
Gülmüşem ağlamışam
Bir tuhaflık olmuş olmuş
Dünyanın hali.
Bırak beni gayri uçam
Uçamda yollara göcem
Ben uçmasam bil ki içem
Uçsuz yollara yollara.
Kuş ehline durak olmaz
Durur ise yüzüm gülmez
Ben uçmasam bahar gelmez
Gonca güllere güllere.
Bir gün gelir ben giderim
Yedi iklim, yurdum yerim
Bellenmeyen türkülerim
Düşer dillere dillere.
Saat 21'i vuranda
Burada kan panalar çalardı
Burada.
Burada hasret ve dert,
Sen nerdeydin?
Bugün
Bugün görüş günümüz
Herkes geldi, sen nerdeydin?
Aynı daldaydık
Aynı daldaydık
Aynı daldan düştük ayrıldık
Aramızda yüzyıllık zaman
Yol yüzyıllık
Tam yüzyıl
Tam yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
Gözlerin içimde durmayalı.
Dokunmayalı sıcaklığına karnının
Tam yüzyıldır bekler beni bu şehirde bir kadın
Aynı daldaydık
Aynı daldaydık
Aynı daldan düştük ayrıldık
Aramızda yüzyıllık zaman
Yol yüzyıllık...
Haydi git güle güle
Güle güle sana
Acılara yeten gücüm
Mektuplara yetmedi
Demirlere yeten gücüm
Mektuplara yetmedi
Bu ne biçim sevgi
Nasıl kardeşlik
Bu nasıl dostluk
Bu ne beter sevda
Benim aklım ermedi
Haydi git güle güle
Güle güle sana
İçli mektuplar gelmesin
Kavuşmaz uzaklardan
Yanık mektuplar gelmesin
Kavuşmaz dostluklardan
Haydi git güle güle
Güle güle sana
Zincirlere yeten gücüm
Mektuplara yetmedi
Demirlere yeten gücüm
Mektuplara yetmedi.
Vakit tamam seni terk ediyorum
Bütün alışkanlıklardan öteye
Yorumsuz bir hayatı seçiyorum
Doymadım inan kanmadım sevgiye.
Korkulu geceleri sayar gibi
Birdenbire bir yıldız kayar gibi
Ellerim kurtulacak ellerinden
Bir kuru dal ağaçtan kopar gibi.
Aşksa bitti gül ise hiç dermedik
Bul kendine kuytularda hadi dal
Seninle bir bütün olabilirdik.
Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal
Hoşçakal canımın içi, hoşçakal.
Vakit tamam seni terk ediyorum
Bu incecik bir veda havasıdır
Parmak uçlarına değen sıcaklığı
İncinen bir hayatın yarasıdır.
Kalacak tüm izlerin hayatımda
Gözümden bir damla yaş aktığında
Bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan
Kan tarlası gelincik şafağında.
Ölümse korktun savaşsa hep kaçtın
Vur kendini korkularda hadi al
Sen bir suydun sen bir ilaçtın
Hoşçakal canımın içi, hoşçakal
Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal
Sen bir suydun sen bir ilaçtin
Hoşçakal gözümün nuru, hoşçakal
Hoşçakal iki gözüm, hoşça kal...
Ahmet Kaya
Tezin kadar değeri olur mu bu yazılmışların bilmiyorum ama umarım bir değer katabilmiştir bunca değersizliğe.
Türküm bitmedi sesim daha yitmedi ben hala türkü yakıyorum kavgada.
Ellerimi bilincimi sesimi tüm hünerimi kavgama verdim.Yaşasın direniş yaşasın zafer.
Gülüşün günlerimizi aydınlatıncaya dek inancım sevdamızda yaşayacak.Direnmektir artık bekleyişin öbür adı.
Herkese selam sana hasret.
Veda
MTÖ
Yorumlar
Yorum Gönder